21 Kasım 2010 Pazar

lost bios

dokuz gün aradan sonra tekrar eve dönmek ve her şeyin yerli yerinde durup beni beklediğini görmek güzel. ne zaman adana'dan gelsem, sanki başka bir ülkeden ve aylar süren bir yolculuktan sonra eve varmışım gibi oluyor. arabayla on iki saat süren yol, benim zihnimde çok daha fazlasını kaplıyor. sanki boyut değiştiriyorum, aynı gün içinde hem dedemlerin evini hem de kendi evimizi görmeyi pek mantıklı bulmuyorum. orada çocukluğum ve geçmişe dair birçok şeyim saklıyken; burada ise bilgisayar başında bir şeyler yazıp fazla konuşmayan, internetteki kimlikleriyle gül gibi geçinip giden, bir kitaba dalıp çabucak akşamı eden halim var. akşamı ederken pek bir şey yapmayan, pek bir şey yapmamanın yazısını yazıp duran yirmi yedi yaşım bu ortamdaki kimliğimin temelini oluştururken, adana'da biraz daha farklı oluyorum. farklı insanlar, farklı hayatlar, aileler, ailelerin zaman içindeki değişimi ve insanların tercihlerinin nelere mal olabileceğini izleyip düşünürken de, daha önceki senelerde olduğu gibi post-adana sendromu yaşıyorum.

yazacak epey şey birikti, küçük notlarıma bakıp istediğim kadar uzun yazılar yazabilirim. büyük yazarlarla olan söyleşilerin yer aldığı "yazarın odası" iştahımı kabarttı, düşüncelerimin (özellikle çalışmanın faydasızlığı üzerine) faulkner tarafından yıllar önce dile getirilmiş olması da doğru yolda olduğumu anlamama yardım etti. on senedir görmediğim çocukluk arkadaşımdan, bana son on senede ne yaptığını özet geçmesini istedim. 

iki bin yılında şırnak'ta komandoymuş. geldikten sonra mobilyacıda çalışmaya başlamış. fakat sağ serçe parmağının yarısını tornaya kaptırıp fışkıran kanı görünce başka bir iş yapmaya karar vermiş. iki sene kıbrıs'ta bir otelde abisiyle çalıştıktan sonra, kazandığının bir kısmını kumarda kaybedip 2004 yılında adana'ya baba ocağına geri dönmüş. o sırada bir kızla tanışmış, bir süpermarkette muhasebe departmanına girdikten sonra da evlenmeyi kafasına koymuş. fakat maaşı o kadar azmış ki, biraz para biriktirmesi ve evliliğe yatırım yapması senelerini almış. bu ağustosta ancak nişanlanmışlar, önümüzdeki yaz da allah nasip ederse evleneceklermiş. çocukken en yakın arkadaşımdı, voltron robotu vardı ve okuyacağım derdi. liseden sonra okumamış, üniversite sınavında kötü puan aldıktan sonra da yirmisinde askere gitmiş. onu en son gördüğümde askere gitmemişti, şimdi otuz yaşında bir adam olmuş. bildiğin büyük bir adam, kaderi çizilmiş, denemiş ve kararını vermiş. bana "sen ne yaptın?" dedi, ben  2001'de üniversiteye başlayıp 2009'da bitirmiş ve askerliği aradan çıkarttıktan sonra da bir kurban bayramı adana'ya gelmiştim. pek bir şey yapmış gibi durmuyordum, ortak noktamız yok denecek kadar azdı. tamamen farklı kulvarlardaydık ve benden daha huzurlu gözüküyordu. hayalleri vardı, daha iyi maaşı olan bir yere girerse belki adana'nın daha nezih semtlerinin birisinde yaşayabileceğini söyledi. sorumlulukları vardı, nişanlıydı ve tek isteği artık evlenmekti. van damme'ın idolümüz olduğu ortaokul zamanlarında tek isteğimiz mükemmel döner tekmeler atabilmekti oysa. geçmişte yaptığı tercihlerin onu nereden nereye sürüklediğini görmek hoşuma gitti, tanıdığım insanların biyografilerini kafamdan yazmak ise yeni alışkanlığım oldu. çocukluğuma gönderilmiş bir yazardım sanki, her şeyden yazacak bir şeyler çıkarıyordum.

dedemlerin avlusunda oturuyor ve eskiden tanıdığım insanlarla konuşuyordum, onların şimdiki halleriyle de tanışmak istiyordum.
...

sekiz günlük adana yolculuğunun üzerimdeki etkisi büyük oldu, bunun üzerine yazmak ve kişilere odaklanmak istiyorum bir süreliğine. dedemin daha önce duymadığım birkaç ayrıntısı ve adana'nın geri kalanı var. iyi ki gitmişim ve yazmak için geri dönmüşüm. 



Hiç yorum yok: