25 Kasım 2010 Perşembe

yitik ruhlar pazarı


günlerden siyahtı. ne zaman kurulduğunu bilmediğim bir pazarın ortasında, bana benzemeyen bir sürü insanın arasında yürüyordum. geri dönmem ya da ileriye gidebilmem için kaybettiğim ruhumu, ölü tezgahlarda serilmiş ruhların hemen hepsini denemek pahasına da olsa mutlaka bulmalıydım. zamanım azalıyordu, karanlık her şeyi yutmadan önce ruhumu tekrar elde etmeli ve daha önce gelmediğim bu yerden sonsuza kadar gitmeliydim. meleklerin arasına yükselmeyi pek istemiyordum, aralarında sıkılacağımı ve yabanileşeceğimi bilyordum; insanlar, tüm kusurları ve hırslarıyla bana biraz daha yakındı. onların arasında kendimi evdeymiş gibi hissediyordum, günlere isim veren, zamanı bölen, sayılarla anlamaya çalışan ve bir şeyleri kendilerine göre uydurmaya çalışırken hayatlarını tüketen onlardı fakat yine de meleklerden daha fazla bana benziyorlardı. ruhumu karanlık bir gecede, çıkmaz bir sokağın hemen başında bir anda nereden geldiklerini çıkaramadığım yüzü olmayan nöbetçilere kaptırdığımdan beri geceler boyunca iz sürmüştüm. isimsiz denizlerin kenarından geçip ışığın bile giremeyeceği karanlık geçitlere dalmıştım. sahip olduğum tek şeyi geri almak için zamanım biterken, hayat elini üzerimden çekmeye başlarken bir an olsun dinlenmemiştim.


bu amansız takip, beni daha önce birkaç kere adını duyduğum yitik ruhlar pazarı'na getirmişti. hiçbir şeyin ucu bucağı gözükmüyordu, ışık bile ileride uzanan dağların ardına saklandığından sadece yüzüme çarpan rüzgarı anlayabiliyordum. tezgahların yanında dolaşıp benden çalındıktan sonra takas edilmiş ya da satılmış ruhuma bakmaya başladım. bulsam bile nasıl geri alacağımı bilmiyordum, yanımda takas edebileceğim başka bir ruh yoktu. başkasından çalmak için onca yolu geri dönmek de istemiyordum, belki ruhuma karşılık bedenimi bir tezgahta aylarca çalıştırabilir ve ödeştikten sonra da geri dönebilirdim. evimi ve rutin hayatımı özlemiştim. benim gibi bir sürü insan vardı kayıp ya da çalıntı ruhunu arayan, yalvaran ve kendi ruhu karşılığında beş tane çocuk ruhunu hemen ödemeye hazır olan. çocuğunun çalınmış ruhunu yaşlı gözlerle arayan annelerin çığlıkları çevreliyordu pazarı, gözlerinin yerine iki kara çukur yerleştirilmiş gibiydi. 


yitik ruhlar pazarı'nın sonuna kadar her tezgahın önünde durup her detayı inceleyerek yürüdüm, en azından bir benzerimi bulabilirsem zamanla ona da alışabilirdim. tezgahlar yüzlerce yıldır sahibini bekleyen yaşlı ruhlardan geçilmiyordu, hepsi çok eskiydi. bedenleri savaş meydanlarında kalmış, katledilmiş ve öldüğünün farkına bile varmamış bir sürü savaşçının ruhu yeni sahiplerini bekliyordu. kendi ruhumu bulabileceğime olan inancım her dakika azalıyordu, pazar yerine çöken karanlık şiddettini arttırıyordu. geri dönemeyecektim, insanların güneşli gezegeni artık uzaktaydı. pazarda bir köşe kapmak için uzun zamanlar boyunca çırak olarak çalışacak ve yeterince ruh biriktirdikten sonra belki de kendi tezgahımı açacaktım. buradan gidemeyecektim, ruhum burada değildi ve bir sonraki yitik ruhlar pazarı'nın nerede ve ne zaman kurulacağını bilmiyordum.


belki çok uzun zaman sonra, eskidiği için bir kenara atılan ruhum bana geri dönerse, yeryüzüne çok yaşlı bir adam olarak geri dönecek ve çocuklara karanlık masallar anlatacaktım. 

Hiç yorum yok: