11 Kasım 2010 Perşembe

anlamsız hareketler kumpanyası

eğer son iki saattir yapmaya çalıştıklarımı dersim varken yapsaydım "ders çalışmamak için yapılan anlamsız hareketler", ofiste yapsaydım "iş yapmamak için yapılan anlamsız hareketler" ve at üstünde batıya sürerken yapsaydım "at sürmemek için yapılan anlamsız hareketler" başlığına yazacak bir şeylerim olurdu. fakat kırmızı tuborg fotoğraflarını yüzümü oluşturacak şekilde bir araya getirmeye çalışırken ve mozaik programlarının nasıl çalıştığını internette ararken ne yazık ki diyebileceğim pek bir şey yok. her şeyin sonundaki sorgu gününde bunu tanrı bile sorsa sadece "o ben değildim" deyip işin içinden çıkmaya çalışırdım. bazen düşük bütçeli bir filmde oynadığımı sanıyorum. kahramanının gerçekten gerizekalı gibi gözüktüğü filmler festivali olsa, bir saatlik webcam kaydımla rahatlıkla mansiyon alırdım. 

mozaikleme yapmaya çalışırken bilgisayarım nefis bir mavi ekran verdi, uzun zamandır görmediğim şık bir ekrandı ve bilgisayarın başını belaya soktuğumu xc098wessds38x.dkas koduyla bana anlatmaya çalıştı. belki de sadece küfretti bilemedim, bilgisayarımı yeniden başlatmak yerine mutfağa gittim. kahve yapmak ve karnıyarık yemek arasında bir seçim yapmam gerekiyordu, tercihimi oldukça albenili gözüken karnıyarıktan yana kullandım. karındeşen jack'in bulduğu bu yemeği, annem de fena yapmıyordu hani. geniş bir tabağın yarısına karnıyarık, diğer yarısına da pilav koydum. bir gün yanlışlıkla açlıktan ölecektim fakat o gün bugün değildi. sadece aklımla bedenimi birbirine perçinlemem gerekiyordu, ikisinin farklı zamanlarda dolaşması genelde zaman kaybına neden oluyordu. doğmadığım yıllarda dolaşmaktan hoşlanan bir hayal dünyam var, normandiya'ya günübirlik çıkartma yapıyorum. birkaç karnıyarık kimseye yetmezdi, ocaktakilerin hatırı sayılır miktarını da ebediyete uğurladım. yemek yemekten hoşlanıyordum fakat şimdiye kadar pilav yapmışlığım bile yoktu. sac kavurma yapabilen fakat makarna konusunda derin endişeleri olan bir insandım istanbul'dayken. bizimkilerin yanına yerleştikten sonra bu endişelerim de pek kalmadı. makarnadan hiç hoşlanmadım.

yemeğimi yedikten sonra bilgisayarımı açtım, gerçekten sürreal bir günün akşama bakan yarısahası içindeydim ve adana'yı düşünüyordum. adana kebabı üzerine derin özlemim karnım tokken bile pekişiyor, o közlenmiş domates ve biberin enfes ekmek üzerindeki uyumunu saygıyla anıyordum. pilavın üstüne kebap koyarak beni çileden çıkaran tüm işletme sahiplerini bir tırın kasasına doldurup, kuruköprü civarında yola dökmek istiyordum. kurban bayramı yaklaşıyordu ve et kokan dev bir bulut adana üzerine çökmek için son hazırlıklarını yapıyordu. 


şu üç öykü meselesini de kendimi zorlayarak yazmam lazımdı fakat olmayacak sanırım. akşam beş dedin mi bende gün biter, günün geri kalanını kitap okuyarak ve bizimkilerin sabrını taşırarak geçiririm. anlam veremezler içinde bulunduğum bu boşvermişlik haline, hiçbir şeye çaba göstermediğimi iddia ederler.

fakat her anne-baba gibi haklı payları olmakla birlikte azıcık da yanılırlar. en azından yazmaya ve blogumu zenginleştirmeye çalışıyorum, kırmızı tuborg fotoğraflarını birleştirip yüzümü oluşturmaya gayret ediyorum.



Hiç yorum yok: