1 Kasım 2010 Pazartesi

ayağa kalk ve savaş!

ayağa kalkıp savaşmak beni her zaman yorduğundan, genelde oturup düşünmeyi tercih ediyorum. bu, çamaşır makinesinin tüm hıncıyla çalıştığı pazartesi sabahlarında imkansız bir hale geliyor. yazarım diye aklımın bir köşesinde biriktirdiğim ıvır zıvırlar, yüksek devirli makinenin oluşturduğu karadelikte kaybolup giderken de bana kalan, hayalimdeki eve biraz daha fikir üretmek oluyor. sıva ve boyaya gerek yok, taşların dokusu ve rengi bana yeter. herhangi bir yola uzak olsa da olur; yıldızlara yakınlık beni uzun süre oyalar.  perdeye ne hacet, önümde uzanan ova gelsin evimin içine girsin. battaniyemin köşesinden içeri kıvrılsın, sabah tembelliğime ortak olsun. rüyalarım gerçekle karışsın, gerçeğimin hangisi olduğunu bir fincan kahveden önce anlamayayım. yerimden doğrulayım, işlenmemiş ve doğallığını kaybetmemiş ham parkenin üzerinde yürüyüp camın kenarına geleyim, gece yağan yağmurdan sonra parlayan çam ağaçlarına bakıp, biraz daha düşüneyim. bu belki bir kitabın ilk cümlesi olsun, belki de milyarlarca insanın aklına şimdiye kadar gelmemiş yeni bir fikir. fakat çamaşır makinesi olmaz, elektrikli eşya uğultusuyla hiçbir şey yapamam.

28 ekimden sonra geçirdiğim üç günü uzun uzun yazmak istemiyorum, buna mecalim yok. cuma akşamı kısıtlı sürede içtiğim çok soğuk tuborglar mı yoksa dün güneşin altında deli danalar gibi top oynadıktan sonra üzerimde kuruyan ter mi bilmiyorum, hastalık öncesi uyuzluğundayım. boğazımda bir şey var ve ıhlamurla bile geçmiyor. gizlibahçe'de kardeşimle, hafif serin bir havada buz gibi tuborg'ları peşisıra yuvarlamanın bir bedeli olmalıydı. ilk bedeli altı liraya çıkmış birayla ödedik, altışar tane biraz fazlaydı sanırım. en azından dışarıda içmek için.günahı büyük oldu, peşin ödeyip bardan çıktık. bizimkiler gelip aldığında, üçer tane içmiş olduğumuza kızdılar. doğruları söylemek bazen can sıkıcı olabilir, yumuşatıcı etkili "yalan oxy action" çoğu zaman şaşırtıcı derecede işe yarar. 

cumartesi, hafızasını yardım kuruluşlarına bağışlamış bir balık gibiydim. ne yaptığım konusunda pek bir fikrim yok.  televizyon izlemiş olabilirim, ne zaman şu merete takılsam zamanı ve bilinci kaybediyorum. evet, dans eden çiftler vardı. jüri vardı ve hiçbir siki beğenmeyen klasik jüri mantığında birşeyler geveliyorlardı. hayatımdaki tüm jürileri geride bıraktığıma sevindim. akademik kariyer yapmak istemem, çalışmayı da çok sevdiğim söylenemez. sanırım yanlış bir hayat yaşıyorum, seçimlerim beni çıkmaz sokağa getirdi fakat yine de en kötü durumda olan ben değilim.

pazar günü, geçen hafta bir sürü balık tuttuğumuz çıralı'ya daha sağlam bir ekipmanla gittik. istatistiklere göre çuvallarca balık tutmamız lazımdı fakat 4 olta ve özel hazırlanmış tavuklarla ancak beş tane yakalayabildik. siyah desenli balığa mithat adını verdim, o da daha fazla mücadele etmeyip ruhunu teslim etti. balık tutma serüveni, oltamı dolaştırmamla son buldu. gerçek kaleleri olan top sahasına gittik, ayakkabıları giydik ve beşer penaltı çekişmeye başladık. yine yenildim, kardeşimin sol ayağı benimkinden çok daha iyi sanırım. yeniden aldığım kiloların, hareketlerimi yavaşlattığını da söyleyebilirim.

her şeyin ertesinde, pazartesi buradayım işte. hafiften boğazım ağrıdığı için kapüşonlu bir şeyler giyip kendimi motive etmeye çalışıyorum. birkaç yere iş başvurusunda bulundum, antalya'da kalmak ve gelecek seneden itibaren doğa sporlarına ağırlık vermek istiyorum. 

insanların yapmak için yıllık izinlerini beklediği tüm aktiviteleri, hafta sonlarıma paylaştırabilirim. 



Hiç yorum yok: