12 Kasım 2010 Cuma

sıkı can iyidir

canımın sıkılması üzerine bunu bana diyen adamı kılıçla ikiye böldüğümden beri insanlarla diyaloğa girmemeye çalışıyorum, çünkü üzerime doğru fışkıran kandan hiçbir zaman hoşlanmadım. keza kurban bayramlarından da, sadece tatili fena değil fakat içinde bulunduğum şartlar sebebiyle dokuz günlük bayram tatili benim için hiçbir şey ifade etmediği için ailecek adana'ya gidecek olmamıza da sevinemiyorum. çünkü istikrarlı biçimde canım sıkılıyor, insanlara dert anlatacak yahut aynı yalanı söyleyecek olmak bile şimdiden yoruyor. belle & sebastian'dan "get me away from here, i'm dying" dinleyerek, bizimkilere beni burada bırakın fikrini aşılamaya çalışıyorum. bir fikri aşılamanın ne kadar zor ve zaman alan bir uğraş olduğunu bildiğimden pek de umut etmiyorum gerçi. adana'ya gidecek, türlü akrabalara iş-işsizlik-hevessizlik ve geri kalan her şey hakkında küçük seminerler verecek ve yaklaşık bir gün sonra da kimseyle herhangi ciddi bir konuda konuşmak yerine sırra kadem basacağım. kendimi dar sokaklara atıp mimariden bağımsızlığını ilan etmiş bu coğrafyanın fotoğraflarını çekeceğim. adana'nın bazı mahalleleri tuhaftır; önceden polis giremezdi, şu aralar azrail de giremiyor sanırım. gerçekten ölmeyi unutmuş ya da reddetmiş çok yaşlı insanlar vardır ve filtresiz sigara içerler. yaşayan katrana dönüşen fakat bunu pek de umursamayan efsanevi bilgeler vardır, mümkünse onların fotoğrafını çekip ölmeyi düşünüp düşünmediklerini soracağım.

bu sabah itibariyle yatağımdan kalkarken artık tutarlı hikayeler ve başka hayattan dengeli perspektifler sunmaya karar vermiştim. belki kendimin yirmi sene sonraki hali, belki de seyyar pilavcının aklından geçenler. kesinlikle odak problemi olmayan bir yazı olacaktı, zihnim açıktı fakat mutfağa girmekle her şey yine yerle bir oldu. annem taş kadayıf yapmaya ve bu saçma tatlının cevizlerini benim ayıklamama karar vermişti. bu aralar tartışıyorduk zaten dört saatte bir, ortalık daha fazla gerilmesin diye cevizleri kırmamın pozitif anlamda bir etkisi olabilirdi. seyyar pilavcının gizemsiz öyküsü yerine belki de yıllardır taş kadayıf yapan ustanın aklından geçenleri yazabilirdim. aklım yine başka yerlerdeydi ve yanıma gelecek gibi gözükmüyordu. hamurdan bohçaların içine ceviz koyup bunun üzerine şıra dökme fikrini ilk bulan adamı merak ettim, kesinlikle bıyıkları vardı ve canı hiç sıkılmamıştı. benden farklıydı.


cevizleri kırıp ayıkladım, yazma hevesim anbean azalıyordu. adana'ya gitmek ve diyaloğa girmek istemiyordum, evde kalıp içmek ve zamanı kaybetmek daha güzel geliyordu. asosyalizm devrimcisi gibiydim ve evden çıkmak istemiyordum fakat yine de gidecektim. gidecek, gülümseyecek, gülümsemekten sıkılacak, sıkılmaktan sıkılacakken de kendimi bir kebanın karşısında bulup mutlu olacaktım. hangi kitapları yanımda götüreceğim dışında hemen her şey belliydi. internet olmayacaktı, bir şeyler yazmak için çıldırırsam da bir çaresine bakacaktım.


2 yorum:

4numara dedi ki...

hacı çok dertlisin. sen gel hele ya. bakarız icabına. burda da güzel bira içilecek yerler var.

Adsız dedi ki...

http://zaytung.com/haberdetay.asp?newsid=56521
muhtemelen bayram sonrasında göreceksin ama,
ben de bayramı adana'da akrabaların bitti mi, bitecek mi sorularına maruz kalarak geçiren bir 'mimar adayı?' olaraktan okudum,güldüm.
en azından meslek tanımlama derdimiz yok.bkz:züğürt tesellisi