4 Kasım 2010 Perşembe

fotorandom #1

bu da yeni ve dünyanın kaderini değiştirmeyecek değişik bir oyun. bilgisayarımın dehlizlerinde saklı bir sürü fotoğrafı yeniden günışığına çıkaracak, o fotoğrafın çekildiği güne götürecek ve bu ne kadar berbat bir fotoğramış dedirtecek bir fikir. tek yapmam gereken 1-10.000 arası bana rastgele sayı söyleyecek bir sistem. saati kullanmak istiyordum ama 7777. asla olmaz onda da. mesela saat şu an 15:20. 1520. ya da 0251. olmadı iki çift haneliyi çarpıp çıkan sayıyı, eğer tüm fotoğraflarda ablak gibi ben çıkmışsam, winamp'ta o sırada çalan şarkının numarasını. bir şekilde rastgele sistemi oluşturup, çekmiş olduğum binlerce berbat fotoğrafa da yer vermek istiyorum. onlarda da emeğim var. neyse az laf çok iş, bir deneme yapalım. bence 10.000 şarkılık winamp listesi yeterli olacak. evet, winampın random motoru herkese yeter. 10.000 tane de şarkı varmış zaten. bir başlasak mı gregor?

4964. the mamas and the papas - california dreamin'


olimpos sahilinde öylesine oturup gelene geçene bakarken, bu abi neredeyse dizine çektiği kadar çorapları, dar boxerı ve kahverengi kunduralarıyla başka bir gezegenden ışınlanmış gibi yürüyüp gitmişti. ekim 2010'da çekilmiş bir fotoğraf bu, o gün sevgiliyle kumlarda oturmuş ve girişten aldığımız üç şişe gold ve son kırmızı tuborg'u, yarım ekmek köfte eşliğinde içmiştik. havalar serinlemişti, deniz hafiften soğumaya başlamıştı. kimseler kalmamıştı olimpos'ta. olması gerektiği gibiydi bu korsanların limanı. 



1858. portishead - the roads

11 nisan 2008'de çekmişim bu fotoğrafı da, arkeoloji müzesinin penceresine yansıyan bir heykel. arkadan gelen sarı ışık, yakışmış demir parmaklıklar ardındaki tutsak mermere. cuma günüymüş, 2008'in nisanında makineyi alalı neredeyse bir ay olduğundan, her fırsatta bir yerlere gitmeye çalışıyordum. tarihi yarımada her zaman güzel bir şeyler veriyordu ki, bu çektiklerimin belki de en iyilerinden biri. o dönem epey dersim vardı, belli bir ofise gitmek yerine dışarıdan iş yapıyordum freelance düzeyinde. iyi kötü para kazanıyordum demek ki, kirası kallavi olan evi ödeyebilmişim. ev arkadaşım da vardı gerçi, bir şekilde yolunu buluyorduk. güzel günlerdi, istanbul'daydım ve bir şehirli olmuştum artık. toplu taşımayı çok aktif şekilde kullanabiliyordum. hep orada kalacağımı sandığımdan ilerisi için bir sürü plan yapıyordum. 2008'in haziranına kadar bir ofiste çalışmadım, daha sonra haziranın başında sarıyer'de kolej şantiyesine başladım. o zaman 2.5 maaş alıyordum ki iyi paraymış fakat her sabah altıda uyanıp maslak trafiğine girmek beni delirtiyordu. sosyal hayatım bitmişti, yorgunluktan yatağa yığılıyor ve ertesi sabah yeniden kalkıyordum. şantiye fotoğrafı çekiyordum sadece. kadim günlerden kalma hoş bir seda bu da işte.


3491. queen - who wants to live forever

19 ağustos 2010'da hatay'ın samandağ'ında, simon manastırı'nda kırmızı tuborg içip güneşin batışını büyük bir huzurla izlerken çekilen fotoğraflardan birisi. eski kadro bir araya gelmiştik, seneler önce de genelde kırmızı içer ve pes oynardık. hepimiz aynı sınıftaydık, bornova'da yaşardık. hayat, bu üçlüyü ayırdı. fotoğraftaki herif "crime of heart" ispanya'da nanoteknoloji üzerine akademik kariyer yapıyor, üçlünün diğer ayağı willy devlet memuru oldu, şu anda fethiye'de yıllık izin yapıyor. yarın gelip beni alacak ve olimpos tarafına devam edeceğiz.   bu fotoğrafı çektiğimde ise antakya'da pes oynayıp bira içmek için bir araya gelmiştik. 18 saatlik otobüs yolculuğu sonrası şampiyonluğumu ilan etmiştim, willy ikinci olmuştu. bu bira içen rezil ise uyumadığı zaman top almaya falan çalışmıştı. antakya'dan ankara'ya gidip sevgiliyi şehrinde ziyaret ettim, sakarya'da içip sarhoş olduktan sonra antalya'ya giden otobüsü bir gün sonraya erteletmiştik. manastır'da kırmızı tuborg'la arınan ruhum ve yollarda dolaşan bedenim ile, güzel bir yaz mevsimiydi. şimdi herkes işinde gücünde sanırım, en azından pek dolaşmaz oldum. kırmızı'yı da aknehir köyü'nün köhne bir bakkalından, eski bir buzdolabından almıştık. tanesi üç liradan beş tane. 


Hiç yorum yok: