1 Kasım 2010 Pazartesi

kasım da ne ola ki?

günaşırı november rain dinlemekten ve battaniyeyle yaşamaya başlamaktan başka hiçbir güzel tarafı olmayan kasım geldi, önümde mahkeme kararı ve güç versin diye içtiğim bol kalsiyumlu-vitaminli sandozvari bir iksir var. durduk yere kasımdan nefret etmeye başlamamın izlerini aramak ama öyle çok da derine inmemek istiyorum. hedefim küçük ve şirin paragraflar yapmak, aslında paragraftan güzel bir cafe olurdu. sahaftan bozma bir yer, her tarafta bir sürü kitap; geniş, rahat ve eski koltuklar. insanların iş çıkışı uğrayıp, otostopçu'nun galaksi rehberi'nden birkaç bölüm okuyup morallerini düzelttikten sonra yola devam edebilecekleri küçük bir mekan. müzik yok, sadece bir sürü kitap. mizah dergileri, çizgiromanlar ve konudan sapmalar.

ben kasım derim, öğretmenler "haftaya yazılı var" der. kasımla birlikte, milyonlarca öğrencinin yazılı-sözlü mevsimi başlar. binbir türlü gereksiz bilgi, resmi geçit yapar ilk haftadan. kavimler göç eder bilinmeze, bir hoca azrail'in orağı gibi parmağını gezdirir sınıf listesinde. küçümen çocukların gözlerindeki korkudur kasım, sabah erkenden kalkıp ezbere başladıkları, öğrenmeye çalışmadan hatmetmeye gayret ettikleri, iyi not alırlarsa mutlu olup kötü notta tüm şimşekleri üzerlerine çektikleri lanetli fırtınalar mevsiminin başlangıcıdır. 

kasım, doğalgaz pastasının kabartma tozudur, sayılar arsızca yükselmeye başlar. devlet ellerini ovuşturur, sayaçlardaki rakamlar kendilerine dakika başı tur bindirir. öğrencilerin rengi solar, çalışanların içi sıkılır. aralığın "bir sene de ne çabuk bitti" hayreti yoktur, ocağın "her şey güzel olsun" dileğine benzer bir şey de geçmez. kasım, bir sonraki ayı beklemenin resmi ayıdır. kendisinden zerre hoşlanmadığım gibi, hoşlananı da pek anlamam.

Hiç yorum yok: