3 Kasım 2010 Çarşamba

zeytin ve zamansızlık

                        

tek katlı, tek basamaklı ve taş duvarlı evinin önünde dikilen yaşlı adam, zeytin dalları arasından süzülen güneşe baktı. hava açıktı, zeytinin toplanma mevsimi sonunda gelmiş çatmış, bunu ise ilk olarak zeytinin kendisi haber vermişti. yeşil yaprakların içinde, lacivert mücevherler gibi gözüküyordu taneler. geçen sene boş yıldı; zeytin ağaçlarıyla dolu bahçesinde uzanmış, dinlenmiş, düşünüp taşınmış ve zamanın bir yanılsama olduğunu, bunu ise sadece zeytinin bildiğini anlamıştı. bir keşmekeşin içinde olmadığı zamanlar her şey alabildiğine net oluyor, fazlalıkları attıkça sakinleşiyordu.

kendi başına yaptığı tek katlı taş evin verandasında, eski ve rahat koltuğuna kurulup kasımla birlikte gelen rüzgarlara yüzünü döndü. dalların hafif hışırtısı yine uykusunu getirdi, zeytinaltı uykusu da sonsuz oluyordu hani.  uyandığı vakit hangi yılda olduğunu bile kestiremiyordu birkaç dakika, saati yoktu. mevsimleri ise bulutlar ve güneş söylüyordu. sadece pazar öğleden sonraları içi eski günlerden kalma bir sıkıntıyla doluyor ve ertesi güne kadar geçmiyordu. kadim günlerden kalma kötürüm bir nefesti bu ve biraz bekleyince gidiyordu.

tek basamaktan indi. son yağan yağmur, yaprakların üzerindeki tozları almış ve toprağı beslemişti. yumuşak toprağa yalın ayak basarak ağaçların arasında dolaştı, birkaç zeytin koparıp avucunun içinde sakladı. renkler, onu pastel bir tablonun içine göndermişti sanki. asırlık gövdelerin yanından dolaşıp, likya tipi bir mezarlığın yanına geldi. kapağı hafiften yana kaydırılmış, el işçiliği muazzam ve net köşeleri olan ağır bir lahitti bu. daha önceki hayatlarında olduğu gibi, ölünce konulacağı yerdi.

kapağın kenarından mezarın içine baktı, eski hayatlarından kalma kemikleri oradaydı. kainatın bilinmez dengeleri, onun asırlardır aynı yerde doğup aynı yerde ölmesine neden oluyordu. aynı mezara gömülürken, asırlar önce diktiği zeytin ağaçlarının kalın gövdeleri arasında bunca zamanın ne zaman geçmiş olabildiğini düşünüyordu. insan ömrü, bir ağaca göre epey kısaydı, yanıltıcı ve bilinmezlerle doluydu. kimse ne yapacağını tam bilmiyordu, ağarmış saçları zeytin kokan yaşlı adam, mezarın yanından ayrılıp evine doğru yürümeye başladı. 

bu sene toplama senesiydi, hasat güzel olacaktı. hele ki onca yorgunluktan sonra, zeytinyağını ezilmiş sarmısak sürülü ekmeğin üzerinde gezdirdiği vakit, bir insan olarak yeniden gelmeyi dileyecekti hayata. aynı yerde, başka zamanda.


Hiç yorum yok: