5 Kasım 2010 Cuma

remember 5th of november

guy fawkes'ın 5 kasım 1605'te ingiliz parlamento binasını havaya uçurmaya çalışmasını pek hatırlamıyorum, 17. yy başlarında kim bilir dünyanın hangi köşesinde neyin peşindeydim. benim hatırladığım 5 kasım, 20. yy başlarına ait. taze bir anı, geçen seneden.

5 kasım 2009...

meis manzaralı küçük, tuhaf ve gerçeküstü pansiyonumuzda uyanıyoruz. hedefimiz, kaputaş'a gidip birkaç bira içtikten sonra yüzmek. planlarımız her zaman basit, dünya'nın kaderini hiçbir surette değiştirmeyecek cinsten. havalar serinlemeye başladığından, hafiften ılımış birayı içmenin pek bir kötü tarafı yok(bu arada dolapta iki kırmızı tuborg olduğunu bilmek beni nasıl mutlu ediyor anlatamam, içilir öğleden sonra). öğlene doğru pek bir tatlı sevgilimle, pansiyonumuzdan çıkıp beş dakika mesafedeki otogara yürüyoruz. kalkan'a giden herhangi bir araç bizi kaputaş'a bırakır fakat sözkonusu aracın kırk dakika sonra kalkacağını öğreniyoruz. kış geldikçe turistler azalır ve otobüsler arasındaki dakikalar uzar; bunu normal karşılayıp bekliyoruz. genpadan aldığımız tuborg fıçılar, mercimek çorbasına dönüşmesin diye de liverpool havluma sıkı sıkı sarıyorum. kalkan'a giden minibüs, bizi de kaputaş'a bırakıyor. 

birkaç gün önce yağan yağmur her tarafı pırıl pırıl yaptığından, kaputaş plajı film seti gibi gözüküyor. sanki ilk misafirleri bizmişiz gibi merdivenlerden iniyoruz, 187 basamak fazla gelmiyor. deniz hafiften dalgalı, tonları ve sarı kumlarla olan kontrastı pitoresk. erkenden batmaya başlamış güneş, daha öğleden sonra uzun gölgeler bırakıyor taşların ardına. güzel bir gündeyiz, askere gitmeme neredeyse bir ay kalmışken, geri dönmeyecek gibi yaşıyorum. önce biraları içiyoruz, şaşırtıcı şekilde ılımamış. dalgaların köpükleri, bira köpüğü gibi beyaz, temiz ve yoğun. kum yumuşak ki ayak izlerimiz, küçük kraterler gibi dolaşıyor sahil boyunca. yazın kalabalığı ve şaşırtan sıcağından eser yok, kumsalın diğer ucunda bir çift bir de biz. tuborg fıçı, hiç olmadığı kadar lezzetli geliyor. biralar bitiyor ve fotoğraf çekmeye karar veriyorum. ışık, renkler ve mekan o kadar yerli yerinde ki, ben bir şey yapmasam bile makinem kendisi çekecek olan biteni. güneş yavaşça denize doğru alçalıyor, ince bir bulut sürüsü ufku kapatmış, renklerin sarhoşluğu iki genci ele geçirmiş. bir oraya, bir buraya koşuyoruz. bazen durup öpüşüyoruz, sarılıyoruz. altı ay görüşemeyeceğimizin keskin bilinciyle bir kez daha sarılıyoruz. daha ayrılmadan özlüyoruz birbirimizi, hangi şehre gideceğim belli değil, ankara olmasını istiyorum.

güneş yaklaştıkça denize, gölgelerimiz metrelerce uzuyor. köpüklerin içinde oturup da hayatımızın en güzel günbatışını izliyoruz. güneş gidiyor bu sefer de yıldızlar parlamaya başlıyor, havada zerre nem yok. başka galaksileri izliyoruz, gece mavisinden bir battaniye yavaşça kuzey yarımkürenin üzerini örterken, pansiyonumuza dönmeye karar veriyoruz. yeniden 187 basamak ve karanlık bir yol, bir minibüs dakikalar sonra bizi kaş'a geri götürürken 5 kasım 2009'u hiç unutmayacağımızı biliyoruz.





Hiç yorum yok: