25 Aralık 2010 Cumartesi

yolunda

yolda ne kadar güçlü ve bağımsızsa, yolunda da o kadar yelkenleri suya indirip kabullenmiş. bugün işler yolunda, cumartesi olduğu için beynimin işe bakan kısmının kepenkleri kapalı, ışık bile sızmıyor. hafta içi gösterdiğim efor yetti, şimdi yolda dinlemek için albüm indiriyorum. cep telefonumu da bilgisayara bağlayarak bu konularda yıllardır süregelen basiretsizliğimi yenmenin haklı gururuyla ve yine montumla oturuyorum. sanıyorum ki bu işyeri benim senelerimi vereceğim bir yer olmayacak. çünkü patronun yüzünü üç gündür görmüyorum, klimaya dair hala bir haber yok ve öğlen yemeğini düşünmeyen işyeri mi olur allasen? nereden tutsan elinde kalıyor, resmen fantastik edebiyata her gün bir sayfa daha ekliyoruz. neyse, zaman her zaman olduğu gibi gelecek hafta da bize yapmamız gerekenleri fısıldayacaktır. tek yapmak gereken biraz sessiz bir ortam sağlamak.

şimdi ise eve giden uzun yolda dinlemek için aklıma gelen güzel albümleri indiriyorum. pilli bebek ve radiohead her zaman yanımda olması gereken acil durum çantası gibilerdir, gibidirler? şu çoğul ekleri hangi kahrolası durumda nasıl ekleniyor hala anlamış değilim, fiil çekimleri konusunda da epey sıkıntı çektiğimden yıllardır birinci tekil şahıs ve geçmiş zamandan şaşmadım patron. the bends, en sevdiğim üç radiohead albümünden biridir; street spirit'İn karanlığı, sulk'un talihsizliği ve bulletproof'un yerçekimsizliği. her seferinde başka senaryolarla gelen karanlık bir adamdır bends, oturup dinlersen bir şeyler kapabilirsin. birkaç albüm daha indirip biraz daha internette dolaştıktan sonra hafiften titremeye başlar ve patrona halil isyanını başlatırım. akşam geç olmadan eve gidip geçen haftaki pesin intikamını almak, 21.30'da orlando-boston, 00.00'da da lal-miami maçını bir şekilde izlemek lazım. yıllar önce başladığım fakat bu sıralar ara verdiğim uykuyla ölümüne savaşa bu gece devam edebilirim. nba hevesim keşke eskisi gibi olsaydı, haftanın tek maçını günler öncesinden bekleyip sabah kalkar kalkmaz sonuçlara ve istatistiklere bakma isteğiyle yanıp kavrulsaydım. maç özetleri, en iyi on smaç, en kötü dört top kaybı, şaşırtan altı crossover derken aklımı kaybetseydim. fakat şimdi kısayoluna tıklamaya bile üşeniyorum. sayı kralı kim, rebolarda durum ne? pek fikrim yok ama bugünkü maçları izlemeyecek kadar da sırtımı dönmedim eski günlere.

içimdeki gezginin ve yolda olma heveslisinin her geçen gün biraz daha öldüğünü fark ediyorum. dünya turu üzerine  haftalardır düşünmediğim gibi avrupa'ya seyahat de sabah kalkınca aklıma gelen şeylerin arasında değil. gezgin hayatı yaşayan insanlar hep oldu, olacak fakat ben bunlardan birisi olamayacağım. belki yeterince cesaretim yoktur, belki de şansım. pasaportum bile yok daha, bütün her şeye balıklama atlayacak kadar da gözü kara değilim. şu sıralar tek beklentim maaş alıp kalma işini tamamen halletmek, öğlen yemeği ve mesai saati. ne kadar ahmakça ve korkakça gelse de, diğer türlü de bir türlü başlayamamıştım. yine gezdim, gezmedim değil ama bunu hayatı yapan adamlardan olamadım. şu anda bir feribotun pencere kenarında adriyatik denizine bakıp da kitabına dönen dağınık saçlı adam ben olabilirdim belki ama yapamadım. belki bütün bunları sadece yazarak yapabilirim, dağınık saçlı adamın italya'ya indikten sonra başından geçenleri ve bir merdivende oturup defterine yazdıklarını, sanki gerçekten yaşanmış gibi ben de buraya yazabilirim. yalan söylemek konusunda fena değilimdir, söylediğim yalanlara da ilk inanan ben olduğumdan ilerisi için tamamen yalandan bir seyahatname yazabilirim. kim bilir belki evliya çelebi de benim gibi bir adamdı, hep gitmek isteyip gidemeyince duyduklarını oturup temize çekti.

bir havaalanında mahsur kalmak ve benim gibi binlerce insanla ortak çile bile (çilebile??) çekmek isterdim. oysa gündelik hayatım yolunda, akşam çorba da içersem mutlu olacağım kadar sıradanlaştım. belki de hep böyleydim sadece gezgin olabileceğim sanrısıyla kendimi kandırdım.



1 yorum:

inanna dedi ki...

kanatlarımız olsa, yollar değil havalar olurdu derdimiz.yolunda değil kendi havamızda olurduk... kanatlarımız olduğu halde bir penguenin küçük adımları ile bir tavuğun ürkekliği arasında sıkışırken evrimi suçlar, kaybedenlerin krallığında tahtımızın sefasını sürerdik. ve bu da, ister omuzlarından ister kıçından çıksın iki parça organın beynin bir sağ lobundan işlevsiz olduğunu gösterirdi.