11 Kasım 2010 Perşembe

sorumsuzluğun kökeni ve tost

bu sabah ilk işim, yatakta bilmem kaçıncı rüyasını gören kendimi izlemek ve bu herif için endişenmek oldu. uyurken bile daha fazla sorumluluk alıyor ve rüyada da olsa bir şeyler için çaba gösteriyordu. gerçek hayattaki (kime göre) durgunluğu ve sabitliği ailesini de endişelendirmeye başlamıştı. babasının iki tane oğlu vardı yirmi sekiz yaşındayken, güzel bir ailesi ve düzenli bir işi. ne yapacağım diye yukarılara bakmazdı ve bu yaklaşık yirmi sene önceydi. yastığına sarılmış halime bakmaya devam ettim, kaşları hafiften çatılmıştı. belli ki bir şeylerin içindeydi ve mücadele ediyordu. gün boyu yüzümün hareketsizliğini düşününce, asıl yaşayanın yataktaki, benim ise sadece bir düş olduğumu düşündüm. soran gözlerle sorumsuzluğumu düşünürken de bütün her şeyin kökeninin sormaktan geldiğini fark ettim.

sorumsuzluk - sorumsuz - sorum - sor - so fucking what?

hiçbir şeyi sormuyordum, bunun temelinde ise belki de her şeyin cevabını bildiğim gerçeği yatıyordu; balıklar gibi hiçbir şey düşünmüyordum çünkü zaten biliyordum. soruların aklımda yeri yoktu, cevaplara da önem verdiğim söylenemezdi. ben sadece zamanda yolculuk üzerine düşünüyordum, 50'lerin amerikası, 60'ların parisi, 70'lerin başında new york, gençliğe yön veren akımlar ve mekanların zaman içindeki değişimi, insanların kıyafetleri ve ailelerin kimse tarafından yazılmamış hikayeleri derken, bugüne ve bugünün sorumluluklarına varamadan gün bitiyordu. geçmişte ya da gelecekte yaşıyordum, tam şimdiye varacakken de uykum geliyordu. uykudaki bedenim yaşıyordu 2010 yılını, uyanık halim kesinlikle başka bir zaman diliminde sürtüyordu.

uykudaki halim hafiften kıpırdandı, uyanmasına dakikalar kalmıştı. uyandığı zaman beni görürse tedirgin olabilirdi, o yüzden odadan çıkmalı ve mutfakta kendime bir tost yapmalıydım. hayatımda yediğim en iyi tostları düşündüm, didim'deki rıfat en iyisiydi. barı kapattıktan sonra içkili kafalarla çökerdik ahşap masalarına. hamburger ekmeğine yapardı, insanın yedikçe yiyesi gelirdi. cennet meyveleri bile rıfat'ın tostunun yanında kıymalı ebegümeci gibi kalırdı. rıfat, tostları yapan tombul adamın babasının adıymış. tost hükümdarlığını kurup yıllar boyu yönettikten sonra da oğluna bırakmış tahtı. benim yaptığım tostlar, gerçekten tatsız tuzsuz oluyordu. açlığım geçsin diye yiyordum sadece, keyif almayı bırakmıştım. kaşarı ve sucuğu doğradım, ekmeğin içine tıktım. kötü bir tost olacağı daha ilk dakikadan belli olmuştu, bu saatten sonra rıfat'ın binde birine bile ulaşamazdım. bu sırada içerideki adam uyandı ve ilk işi televizyonu açmak oldu. liverpool'un beraberliğine canını sıktı, annesi yarın çıkacakları yol için çanta hazırlıyor ve genç adama bir şeyler soruyordu. adana'ya, dedesinin yanına gideceklerdi ailecek. yeniden yol, başka bir şehir ve başka insanlar. çocukluğunun geçtiği ve eskiden çok büyük gelen renkli duvarlı ev.

tostumu makineden sıyırıp(yine hafiften yanmıştı kahrolası) masaya oturdum. sorumsuzluğum her gün kendisini ikiye katlıyordu ve bir yerden bir türlü başlayamıyordum. çoğu zaman hangi günde olduğumu ve kimliğimi bile şaşırıyordum. hayal dünyam, mevcut gerçeği yerle bir ederken de bana düşen, berbat yaptığım bir tostun son lokmalarını yemek oluyordu.





4 yorum:

4numara dedi ki...

madem adanaya geliyosun. 1 acılı adana üstüne 2 bira ısmarlarım istersen...

mies dedi ki...

yahu bloguna baktım da, çok şahane fakat daha fazla yazı olsaydı keşke. birazdan bitecek bunlar. adana'ya gelirsem bir imkan yaratmaya çalışırım, daha seyahat planı tam belli olmadı.

4numara dedi ki...

beğenmen şaşırttı beni. blogdaki yazı sayısı ve sıklığı hayattaki üşengeçlik ve rahatlıkla doğru orantılı :)şu beyin printerından bize de lazım. her boka el atıp üşengeçlik-motivsyon eğrisi yüzünden hepsini elime yüzüme bulaştırmada üstüme yok.
Görüşme teklifinde ciddiyim. Yazılarını (sözlükte, twitterda ve burada) beğenerek okuyorum / okutuyorum. Sohbet etmek isterim.

Cem Karagozlu dedi ki...

Rıfattan tost yemeyen daha tost yedim demesin . Hatta yanında çine gazozu. Güzel yazılar için teşekkürler