1 Kasım 2010 Pazartesi

film tadında

bazı anlar oluyor ki, hayatı dev bütçeli ve sonsuz setli gerçek zamanlı bir film zannediyorum. biraz önce kapı çaldı,  evde benden başka kimse olmadığından yavaş adımlarla gittim ve kapıyı açtım. asansörün parçasını değiştiren adam, iş tulumu içerisinde bana problemi ve nasıl çözdüğünü anlattı. dördüncü katın kapı bağlantısını pek dert ettiğim söylenmezdi ama yine de dinledim. eline sağlık usta deyip kapıyı kapatacakken, "akşam maça geliyorsun değil mi?" diye sordu. ustanın yüzüne dikkatli baktım, geçen hafta karşı takımda oynayan birisiydi sanırım, tam çıkaramadım. onun beni başkasıyla karıştırmasına imkan yoktu, kendinden emindi (ustalar kendinden emindir). "yok gelemiyorum, hasta oldum" dedim. gerçekten hastalık başlangıcındaydım ve bir buçuk saatlik bir maç beni şimdiki halimden daha kötüye götürebilirdi. eski parçayı aldım, aldığıma dair bir kağıt imzaladım (bu aralar epey imza atar oldum) ve kapıyı kapattım. asansörcü olmak güzel bir iş gibi geldi, zihinsel yorgunluğu olan işlerden bir adım daha uzaklaştım. 

sabah balığa çıkıp öğleden sonraları kitap okuyan bilge bir balıkçı imgesi geldi gözümün önüne, kendimi anında yaşlandırdım. şakaklarım beyazladı, sakalım uzadı. gözlerimin kenarındaki kırışıklıklar üç misline çıktı. hangi kitapları yanıma alacağımı, evimin ve teknemin nasıl olacağını, isimlerini bile düşündüm kısa süre içinde. sanki bir filmdi hayat ve ben sonunu tahmin etmeye çalışıyordum. gerçeklik kürsüsünden anında kopup kendimi hayal alemine bırakırken de bir günü daha bitiriyordum. kasımın ilk günü, hem hiçbir şey yapmamakla hem de dünyanın kaderini değiştirmeyecek bir sürü ıvır zıvırla uğraşarak geçti. gelecek ay bugün, hayattaki on bininci günüm ve eskiden aldığım bir karara göre o gün çalışıyorsam bile işten izin alacaktım. görünüşe göre kimseden izin almama gerek kalmayacak. diğer bir kehanete göre de on bira içecektim, bu sanırım olmayacak. içkiye olan sevgim, istanbul'daki gibi değil. bir daha istanbul'a dönersem de bira kutularından duvar yapmak gibi inşaat işlerine girmeyeceğime eminim.

bazen, chuck norris oluyor ve seri döner tekmelerle koridorda ilerliyorum; bazen de otistik yanım ağır basıyor, ne kadar gereksiz bilgi varsa listeleyip evimde oturuyorum. bazen 28 yaşına nasıl geldiğime hayret ediyor bazen de çeyrek asır sonrasındaki halimle oturup konuşuyorum.

"bu sene balık var mı kaptan?"

"hep mithat var be, biraz da nusret çıkıyor o kadar."

2 yorum:

Adsız dedi ki...

blog çok güzel olmuş. baştan sona okuyabildim bugün. fotoğraflarınız, apayrı bir övgü konusu.
çok fazla yalaka gibi görünmeden gideyim en iyisi. takibimdesiniz artık, sayın tuborgır! :)

mies dedi ki...

teşekkür, blog olayını sevdim ben de. istediğimi istediğim kadar yazabiliyorum.