26 Temmuz 2011 Salı

istifa & istifra

ölçüleri bilgisayara aktarırken 6.5 cm yerine 65 cm gören iş arkadaşım dünya'nın makus kaderini bir anlamda değiştirdi. tüm her şeyin yerleşimi baştan planlanmak zorunda kalınca kızcağızın üzerine çok geldiler, patron gelip "artık rölöveyi ben çizeceğim" dedikten sonra gitti. kızın gözleri doldu ve en yakın zamanda istifa edeceğini söyledi. 26 temmuz, bir başka istifa düşüncesinin sıcak havayla birlikte yanağıma şamarlar attığı lanetli bir gündü; tam iki sene sonra yine aynı odaya gelip bu sefer başkasını vurdu...

iki sene önce...

çalıştığım yerlerle değil de çalışmanın genel mekaniği ile ilgili problemim olduğundan, başka bir yerde çalışmaya devam etmek zorunda olduğum hayatımda istifa ne yazık ki boş küme kalıyor. istifalarımın anlamlı olması için, şans oyunundan yüklü bir miktar para çıkmalı; hayatıma yeni yön verebilecek rüzgara sahip olmalıyım. yoksa, istifa ettikten en geç bir ay sonra parasızlık virüsünden mustarip, elimde portfolyoyla postacı gibi gezeceğimi biliyorum. kariyer sitelerine ilan veren şirketlerin, çalıştıracak eleman ararken insan değil lokal tanrı aradıklarına şahit olup da küfreceğime de adım gibi eminim. geçen sene iş ararken oldukça fazla karşılaşmıştım mimarlık ve inşaat tanrısı arayan şirketlerin sikko ilanlarıyla. o özellikler bende olsa, ne diye iş arayım, ne diye başkasından medet umayım?

iş aramakla sonuçlanacak her istifa kötü olacağından; mızmızlanarak, küfrederek, hayatımı değiştirmeye yetecek parayı milli piyangodan umarak ne zamana kadar bekleyebilirim onu merak ediyorum. sayısaldan 3 bilmek yatırdığın parayı geri veriyor, enayi gibi kutucuk doldurduğunla kalıyorsun. milyonlarca kutucuk doldurduğum hayatımda biraz daha doldurmak koymuyor da, hayatımın hatırladığım tüm dönemlerinde gittiğim okulun sonucunun bir sike yaramaması koyuyor. işe ve hırsa odaklı bir hayatın üzerinde zımparalanmaktan ve köşelerimin yontulmasından korkuyorum. oysa bir insanı diğerlerindan ayıran şey köşeleri ve tepkileridir. farklı bakış açısıdır, perspektifidir.

peki her gün aynı şeyleri yapan binlerce insan olarak, benim ve jenerasyonumun fark yarattığını söyleyebilir miyiz? imkanı yok, hemen hemen aynı okullar, aynı sıkıcı eğitim, çürümüş hocalar, patron tripleri, haksızlıklar, ay sonu kavgası ve arkası sağlam olan asansörle çıkarken, tırnaklarıyla kazıyanların daha ilk basamaklarda can çekişmesi. sisyphos'tan hiçbir farkım yok, kısır döngünün içerisinde her ay sonu parasız kalışımı evde kutluyorum. para biriktirmek bir yana, aldığım para ayın tamamına yetmiyor. geçen ay içmedim yine yetmedi; bu ay maşallahıyla ayılmadım, yine yetmedi. demek ki içmekle alakası yok.

bu sırada zaman geçiyor, güneş batıyor, ay çıkıyor, dalgalar sahilleri dövüyor, mezelerin üzerinde zeytinyağı dolaşıyor, iskeleden birisi denize atlıyor, birisi tüple engin maviliklerde dolaşıyor, mavi turla koyları gezip, oltasıyla balık çekiyor. bu sırada hayatta gerçekten güzel şeyler olmaya devam ediyor, gençliklerinde daralanlar yaşlılıklarında acısını çıkartıyor belki de. oysa ben 60 yaşımda binebileceğim bir cip yahut dolgun bir banka hesabı istemiyorum. harcayabileceğimden fazlasında da gözüm yok.

en yakın dostumla yıllardır gezi planları yapar ve bunun küçük bir kısmını gerçekleştiririz. küçük bir kısmının anısı ve lezzeti de çoktur ama daha fazlasına paramız yetmez. paramızın yetmediği o kadar fazla zaman oldu ki, artık hayallerimiz bile kotalı oldu. önceden tüm kalbimizle inanırken, şimdi vazgeçmeye başladığımızı fark ediyorum. daha ucuz nasıl olur derken, msn muhabbeti bitmek bilmiyor; birbirimize link gönderirken acı çekerek bakıyoruz fotoğraflara. bu sırada bizim kadar istemeyen insanlar, sadece paraya sahip oldukları için bizim hayalimizi kurduğumuz yerlere gidiyorlar.

geçenlerde yazmıştım, özel üniversiteye giden bir adamın projesini patronun ricası üzerine çizip onu projesinden yüksek notla geçirmiştim. adam mezun oldu pek özel üniversitesinden. babası da mezuniyet hediyesi olarak mercedes almış, şimdi kim bilir hangi sefada, hangi habitatta? peki ondan çok daha nitelikli, bilgili ve iş deneyimi olarak çok daha deneyimli olan ben ne yapıyorum? bir pazar günü, evde oturmuş bitirmediğim için yanıma aldığım işlere elim gitsin diye elime yalvarıyorum. ne dışarı çıkabiliyorum ne içeride huzur bulabiliyorum. çıksam suçluluk duyacağım ama motivasyonun m'si yok. entry yazmaya ayırdığım zamanın binde birini versem olacak ama olmuyor. çünkü biliyorum ki, ben tırnaklarımı kanırtarak çıktığımda ikinci kata, orada yarrak gibi adam'ı çoktan çıkmış da sigara içiyor bulacağım. ben oraya yıllar boyunca sabahtan akşama kadar çalışarak, hafta sonlarımı feda ederek, canımı sıkarak, levyeyle bilgisayara girişmemek için kendimi tutarak varacağım ama adam zaten orada olacak.

dünya, adalet sarayı değil; böyle bir beklentiyle de kapı kapı dolaşmıyorum ama yapmış olduğum işlere bakıyorum (ki azımsanacak gibi değil), okurken çalıştığım, ofiste sabahladığım, oradan okula döndüğüm yılların getirisini göremiyorum. ben yine alttayım, okula bile gitmeyen yarrak gibi adam yine üstte. ben yine allah'ın belası kırmızı ikarusta sıcakta çıldırıyorum, o bmw'den inip mercedes'e biniyor. ben her ay sonunu yine getiremiyorum, o her ay başka bir yere tatile gidiyor. bu durumda benim daha iyi mimar olmam, çizim yapmam, çok olmasa da yetenekli olmam neyi değiştiriyor ki? eline alan her seferinde ben oluyorum. cahil kısımlarım artıyor her geçen ay, kendimi geliştirmekten aciz olduğum her gün ruhum zarar açıklıyor. kendime ve çalıştığım herhangi bir yere olan inancım sıfıra yaklaşıyor.

istifa etsem ne yapacağım ki? "baba ben başaramadım, o kadar okudum, sonra çalıştım, şantiye tozunda boğuldum ama sonunda başaramadım" mı diyeceğim? evde oturup televizyon mu izleyeceğim bütün gün? harçlık mı isteyeceğim uzun zaman sonra, 27 yaşının bol elektrikli günlerinde? hayır, bunların hiçbirini yapamayacağım. istifa etsem bile, başka bir yerde (belki daha yüksek maaşla) çalışmaya başlamak zorundayım.

çünkü elimden bir tek bu geliyor. diğer tüm özelliklerim köreldi, yaşım geçti, perspektiflerim çöktü. tek yapmam gereken şikayet etmeyi (shut the fuck up) bırakıp, uyum sağlamak. belli zaman sonra hobilerime para ayırmaya başlayıp, götümdeki kıllar kadayıf olduğunda hayallerimi gerçekleştirmek. yıllar boyu yaşlı gibi yaşadıktan sonra, yaşlılıkta genç taklidi yapmak.

bir bana mı böyle geliyor bilmiyorum ama ters değil mi lan bu? yanlış algılamış ve yanlış uyguluyor olabilir miyiz hayatı? okumak-çalışmak-emekli olmak üçgeninin her köşesini yüreğimize batırmak zorunda mıyız, evlilik törenlerini bile zulme çevirmeden yapamaz mıyız?

aylardır içime attıklarımı geriye bastırmayı başaramadığım için kustuğum bu yazının sonunda, hala yapılacak işin köşeden çapkınca göz kırpması paha biçilemez bir şey. sike sike yapmak zorundayım, yoksa trip yerim. yoksa canım daha da sıkılır. bu işi bıraksam, başka işe girsem; üzerimden semer yine eksik olmaz. mutlaka bir alternatif olmalı. ne para odaklı sikko bir yaşam, ne de başkasının hırsından körelmiş günler istiyorum.

karanlık bir dehlizde ışıksız ilerliyorum duvarlara dokuna dokuna. belki mavi gökyüzüne çıkan bir kapak bulurum, belki de dünyadaki milyonlarca insan gibi itaat ederim. bilmiyorum.


Hiç yorum yok: