28 Temmuz 2011 Perşembe

freelancer

tekerlekli balkabağı formunda bir çocuk yatağı görürsem ilk yapacağım şey, hafiften dönmeye başlayan başımı bir yere sabitleyip sağa sola umarsız çifteler atmak olacaktır. süsten, merdivenle çıkılan üstü kapalı bir yataktan ve oyulmuş ne varsa ondan pek hoşlanmam bilirsin. kıvrımlar bana göre değildir, sadelikten ve anlaşılabilirlikten hoşlanırım. ve tanrının benim hakkımdaki tek bir hükmü vardır, rushmore dağının diğer tarafında kayalara kazınmıştır hatta: "bu adam neyden hoşlanıyorsa, ona tam tersini verin"

balkabağı formundaki yatak da bunun bir getirisi işte, iş arkadaşım üzerinden ek iş gibi bir şey buldum. bu, şato, kraliyet, masal diyarından kunillikler gibi şeyleri çocuk odalarına dönüştüren bir şirket. bir şatoyu yatağa çevirecek sihirli değneği olan; autocad ve 3d bilen mimar arıyorlarmış. fotoğrafları yolladılar ve benden imalata dair çizimlerle birlikte bunların 3d modellemelerini istediler. fiyat da sordular. olabilir dedim, sonuçta kıvrılan yılanlar çok yabancı olduğum bir konu değil fakat o balkabağını üç dört sene önce modelleyebilseydim şimdi pixar'da animasyon bölümünde, rahat bir şortla çalışıyor ve öğlen arası masa tenisi oynuyordum. iki üç gündür aklımın köşesinde çevirdiğim bu çocuk yatağı-odası modellerini bu akşam temize çekmeye başlayacağım. ek iş yapıp, freelance'ı bir düzleme oturtabilirsem belki haftanın altı günü gelmek zorunda olduğum bir iş yerine, öğlene kadar bir ağacın altında kitap okuyabildiğim bir hayatım olur. beni harekete geçiren şey para değil hareket özgürlüğü, kitap okuma serbestliği. 

özellikle bu aralar bir kitabın içinde kaybolmak istiyorum, oğlak dönencesi ve zaman makineleri beni bekler. yeraltından notlar, don kişot, sunset park ve daha onlarcası. açlığım dinecek gibi değil fakat akşamları okuyamıyorum işte. tüm gün bilgisayara bakınca, beş cümle bile deviremiyorum. kafam başka yerde, zihnim bozkırın kalbini delen bir mızrağın ucunda kendi ekseni etrafında dönüyor. okuyup, okuduklarımı hazmettikten sonra durgun bir gölün karşısında sakince yazı yazma isteğimi mevcut hayatım karşılamıyor, karşılamadığı gibi çelme de takıyor. temmuzun sonunda dışarılarda olma gibi bir isteğim yok, yüzümü üfleyen klimanın bedava mevcudiyetini de seviyorum fakat sonbaharda çok güzel oluyor buralar. özellikle likya yolunun yeşillikler arasında uzanan ve başkaları tarafından adımlanan rotasını kelimelere dökmek anlamsız kalır. 

ofiste kalıp her günü aynı geçirdikçe kendimden uzaklaştığımı ve olmak istediğim insanın, back to the future'daki gibi silikleştiğini, elini kolunu kaybettiğini görüyorum. dört duvarın arasındayım, stor perdeler denizliklere kadar iniyor, koridorun sonundaki odada patron gerçeği var, telefon her an çalabilir, klima 23 derecede ve bütün bunlara "benim hayatım" diyemiyorum çünkü değil. 

bu bağlamda, bir yere bedenimi zincirlemeden para kazanmanın, bu parayla hayatta kalmanın yolu freelance. loto çıksa fena olmazdı ama asla çıkmayacağını biliyorum. çünkü birkaç aydır oynamayı bıraktığım gibi daha da oynayacağımı düşünmüyorum. özgürlüğüme giden yol, balkabağına dönüştürülmüş bir çocuk yatağının kıvrımından geçiyorsa da, elimden geleni yapmam gerek. beş sene sonra başka bir ofiste oturup de şikayet etmek istemiyorum.


Hiç yorum yok: