8 Temmuz 2011 Cuma

intihardal

en son ne zaman kendimi öldürmeyi düşündüm bilmiyorum, intiharımı planlamayı uzun zaman önce bırakıp kendimi sıradan hayatımı alabildiğine detaylandırmaya ve bir şeyler anlatmaya vermiştim. bu beni hayata bağlamadı ama en azından ölümün kenarından, kara nehrin kıyısından uzaklaştırdı. öğlen yaptığı hellim peynirli ve soslu salatanın başarısını devam eden saatler boyunca kutlayan ve yeni salatalar için malzemeye almaya, süpermarkete giden bir insanım sonuçta.

yeni açılan ve kendisinden önce açılan herhangi bir avm'den farkı olmayan terracity'e gittim iş çıkışı. zeytin iskelesi'nin enfes zeytinyağını, dijon hardalını, çıtır pane harcını, içilesi bir aroması olan vücut jelini, bana önümüzdeki on yedi sene boyunca yetecek bir paket tıraş bıçağını, eğer bulursam kardeşime doğumgünü hediyesini, tanrı yardım ederse de kendime bir kargo pantolon denilen nadide eseri almak için kararlı adımlarla parlak granitlerin üzerine adımımı attım. işte asmatavanlar, spotlar, mağazalardan dışarı taşıp birbirine karışan yılışık müzikler, birbirlerinden farklı gözükmek için cehennem kadar yatırıp yapıp tamamen aynı görünen insanlar. merhaba insanlar; izole edilmiş hayatımda sizle pek karşılaşmasam da ara sıra avm'lere geldiğimde sizi incelemeden geçmiyorum. bu sene kısa şortlar ve dev güneş gözlükleri mi moda? kadınlar; güzel bacaklarınız ve güneşte yanmış tenleriniz var. midpoint'te yediğiniz salatalar ve geniş ekranlı telefonlarınız, gülümsemeleriniz, vitrinlere bakışınız, soyunma kabinlerindeki aynada kendinizi süzüşünüz bile aynı. ama en güzeli sensin buğday tenlim, aklından ne geçirdiğini dev camlarının ardından göremediğim.

gelmişken biraz dolaşayım, doğumgünü hediyesine bakayım dedim. hediye alıp vermekten tiksinen bir insan olduğum içim ilk mağazaya girdim. ilk rafta palet, maske ve şnorkel seti vardı. rucanor marka, tasarıma yatırım yapılmış olanlardan. yüz lira bükülmüş plastikler için biraz fazla geldi; belki bu işin piyasası buydu fakat kadim atlastan öğrendiğim birkaç şeyden birisi de biraz piyasa araştırma yapmak olduğundan; hemen almadım. akşama internetten bakar ve ona göre karar verirdim.

boşver bunları deyip içeriden elinde birayla geldi. uzun saçları yüzünün yarısını kapatıyor ve bu, ona gizemli bir hava veriyordu. benim gömleklerimden birisini giymek isterdi fakat gömleğim yoktu. en son gömleğimi, tuborg ile iş görüşmesinde, bundan yaklaşık bir sene önce giymiş ve ondan sonra hiçbir şeyin düğmelerini boğazıma kadar iliklememiştim. düğmeye değil fermuara inanırdım. bunlardan bahsetme beni sev dedi, elindeki birayı alıp kafaya diktim. birayı sevdiğim kadar uzun saçlımı sevseydim şimdi hardal raflarına bakarken, bir intiharın her şeyin çözümü olacağını düşünmek yerine, çocuğumla halıda yuvarlanır ve masal anlayacak yaşa gelmişse de ona daha önce yerkürede duyulmamış masallar anlatırdım.

fakat dijon hardalı, dört bira, sızma zeytinyağı ve dolap ağzına kadar doluyken yeni yiyeceklerle eve geldiğim bu akşamda, aklımda neredeyse hiçbir şey yok. sadece sayıklıyorum, sol kolumdan içeriye giren iğne bana hayatta kalmam için gerekli solüsyonu veriyor sanırım. cehennem kadar film indirdim fakat daha herhangi birini izlemiş değilim. dizi izlemek lazım deyip house ve spartacus indirdim; başlayamadım. animasyon iyidir diye up ve toy story'e tıkladım fakat zaman bulamadım.

bilirsin bir süre içtikten sonra saçmalarım.


Hiç yorum yok: