19 Temmuz 2011 Salı

esmiyor

evin tüm pencereleri açık olmasına rağmen yaprak kımıldamıyor, dünyayı vakumlanmış bir pet şişenin içine sıkıştırmışlar sanki; en ufak bir hava akımından azade saatlerde öylesine bekliyorum. indirdiğim filmin iso uzantılı olması, bunu açmaya çalışırken çeşitli programlar kurmam, o programların çalışma mantığını anlamaya çalışırken de saatin geçmesi, teknolojiden de ıvır zıvırdan da nefret ettirdi. 6 gb'lık filmi ve ardından kurduğum hokkabaz programları büyük bir kararlılıkla sildim. cehennemin dibine gidin e mi? mount image imiş. bana sanki klimanjaro'dan bahsediyor kafir. altı üstü bir film, sanal bellek oluşturmaya ve yeni set up'lara gerek yok. zaten 1080p benim neyimeyse, açgözlü olmamak lazım.

fiziksel şartları pek umursayan bir insan değilim fakat yine de açık pencereden yukarılara bağırmak istiyorum bu ne sıcak, azıcık estir diye. yemek yapasım da kalmadı, şuursuz rejim çerçevesinde iki deste roka yiyecektim. iki gündür sağlığıma büyük yatırımlar yapıyorum; basket oynuyor ve powerade içiyorum. kaybettiğim mineralleri geri veriyormuş sanırım, kaybolan yıllarımı kim verecek peki? yaşım oldu 28-29 (bu kahrolası yaş hesaplamayı hala çözebilmiş değilim ama yine de 29 olmamışımdır). ve hala ne istediğimi bilmiyorum. dün basket sahasında 94'lü çocuklarla (ama hayvansılardı) basket oynadıktan sonra, altı yaşındaki egemenle şut çalıştık. o kadar cılızdı ki yavrucak, son gücüyle topu ittirdiği vakit ancak çembere ulaştırabiliyordu. eylülde okula başlayacakmış. işin zor egemen, uzun ve yorucu yıllardan sonra geldiğin nokta, her şey bunun için miydi lan sorusundan farklı olmayacak. her şey ne içindi peki?

neyse ki leonard cohen var, sakince anlatıyor yine meramını. one of us cannot be wrong da ne güzel bir şarkıdır, winamp hızını aldı bu saatten sonra kötü seçim yapmaz diyecektim ki the postal service - clark gable ile bunu onayladı. winamp sen ne güzel, basit ve kullanışlı bir programsın; varoluşun beni her gün kutsuyor. kavram karmaşasına girmeden, sanal sürücü oluşturmadan ve bir yalanı yaşamadan işini yapıyorsun. patron olursam senin gibi çalışanım olmasını, olamazsam da senin gibi çalışmayı isterdim. bu aralar işe olan dikkatim yerlerde sürükleniyor, mağazanın içinde dahi içkiyi bırakmayan kefereler için bar çiziyorum. üç alternatif istedi patron; içbükey, dışbükey bir de demir bükey olarak bunları tamamladım; modellemelerine geçtim. o kadar boş ve anlamsız bir iş ki, bozcaada'ya sığınma talebinde bulunmak isteğim aldı başını gitti. bana bir ada ve rüzgar lazım.

yeşillik yemekten kendimi büyükbaş gibi hissediyorum, şiirsel bir saçmalamanın üçüncü ya da dördüncü dizesinde takılı kalmayı da tercih edebilirim. sonuçta hemen her şey benim tercihimle şekilleniyor; mobil onay kodlarıyla tüm faturalarımı oturduğum yerden ödüyorum. bankaya gitmeme gerek kalmıyor fakat o cehennem kadar doğrulama-şifre ve kulamparalıktan sonra keşke bankaya gitseydim diyorum.

ama esmiyor. biraz esse iyiydi de temmuzun 19'unda, yazın tam ortasında yaprak kımıldamıyor.


Hiç yorum yok: