11 Temmuz 2011 Pazartesi

yalnız güneş şahitti

yeni lensin vaftizini ışığın, gölgenin ve asırların başkenti olimpos'ta yapmakla iyi ettim. koyu yeşil yapraklardan fırsat bulunca suya ulaşan güneş, küçük spotlar gibi noktasal aydınlatıyordu örümcekleri, yusufçukları ve biz orada olmadan ortalıkta dolaşan türlü yaratığı. kardeşimin aramıza katılışının 25. senesini, ağzına kadar bira ve buz dolu torbalarla her zamanki köşemizde bira içerek kutladık. dışarısı cehennem gibi sıcak olmasına rağmen, kuytumuz güzeldi. turkuaz kanatlı bir yusufçuk, hemen önümüzdeki yaprağın üzerindeydi ve kanatlarını meydan okurcasına açıyordu. içtikçe mi güzelleşti hayat, yoksa her pazar olduğu gibi yine iyi mi vakit geçiriyorduk, bira da bunun üzerine mi geldi anlamadık. üçüncü biralardan sonra, akropole çıkmaya karar verdik ve bir yere çıkmaya başlamadan önce yaptığımız gibi, gişelerin oradaki markete dönüp biraz daha bira aldık. tepede bira içmek güzel olacaktı. yengeç burcundan iki teke gibi taşların üzerinden,, yamacın kenarından kalıntılara çıktık. bir doğum günü nasıl kutlanması gerekiyorsa öyle kutlayıp, son biraları da tekrar sahile indikten sonra "ceneviz kalesi" yazan tabelanın hemen kenarında, uzaktan geçen bikinili kızların yüreğimize verdiği ferahlıkla içtik. biralar hala soğuktu, buzla kaplamak işe yaramıştı. 

sağda yükselen kalenin ardındaki iki mağaraya da yüzüp, güneşin su altındaki tuhaf ışık oyunlarına baktıktan sonra maske-şnorkel-palet üçlüsünü en yakın zamanda almanın onur meselesi olduğunu fark ettik. ışıktan kılıçlar bir yüzerken sağa sola saplanıyordu; ve içip içip denize girmek paha biçilemezdi.

uzak bir kayanın tepesine çıkıp, abi kardeş kendimizi sakinliğe verdiğimizde; ben de artık yazmak istemediğime karar verdim. hevesim bitmek üzereydi ve gerçek hayatın güzelliklerini kelimelere dökmek imkansızdı. gördüklerimi karşılamıyordu hiçbirisi, sırt üstü uzanıp dağı kaplamış ormana bakarken bunu bir cümleye sığdırmanın ne kadar anlamsız olduğunu gördüm. sonsuz bir maviliğin içinde kaybolmuştum; yönlerimi yitirmiştim ve gözümü açtığım vakit birkaç gün sonra dolunaya evrilecek ayı görmekten kafayı bulmuştum. bir galaksinin batı sarmal kolunun ucunda, önemsiz bir gezegende bir noktaydım ve sarhoştum. denizde olmayı, uzağa yüzmeyi ve kayaların arasından geçmeyi seviyordum.

akşam biraz geç çöktü, eve dönüp dondurmalı bir kutlama yaptık. sağa sola yüzüp, dere tepe aşmaktan bitkin vaziyetteydik. konuşacak dermanımız yoktu. şansımıza esmeye başlamıştı, yer yatağımı boylu boyunca uzatıp saatimi 05.30'a kurdum; zihinsel yorgunluğum yerini bedensel yorgunluğa bırakmıştı.

şimdi ise ofisteyim, oturmak zorunda olduğumdan ve aralıksız çizim yapamadığımdan mecburen bir şeyler yazıyorum. ne ne yazdığımı hatırlıyorum, ne de bundan sonraki cümleleri planlıyorum. bu sadece vakit öldürmeye yarıyor; ruhum ise orada burada iflah olmaz bir serseri gibi dolaşmaya devam ediyor.


Hiç yorum yok: