30 Temmuz 2011 Cumartesi

a day at the end of july

dile kolay, ay sonu değerlendirmelerine mart ayında öylesine başlamış ve bunun bir gelenek haline geleceğini düşünmeden yazıp yollamıştım. fakat şu an itibariyle, ay sonu  raporu başıma kalmış vaziyette, iki üç gündür başlığı hazır yazının içeriğini düşünmekten başıma ağrılar giriyor. nasıl da yalan her şey, bir şey düşündüğüm yok; sadece dün gece yine çok içmişim. sabaha karşı dörtte, vücuttaki alkol oranını ice tea ile dengelemeye çalışırken bir litre de oradan yuvarladım. meşe fıçı gibi yatağıma yuvarlanırken, aklıma mathilda geldi. saçların ne güzeldi, merdiven boşluğuna bakıp içtiğin sigaran. intikam duygun ve masumluğun. 

bu sene güzel temmuz yaptı, pazar akşamı bittiği vakit temmuz da bitecek ve yeni haftaya ağustos ile başlayacağım. kişisel bir plan değil, sende de aynısı olacak. ağustosa dair tek beklentim premier lig'in başlayıp bana ilham ve bekleyecek bir şeyler vermesi. işe, hayata ve küçük heybelerinde avokado taşıyan sinsi cücelere dair en ufak bir fikrim bile yok. yaşıyoruz işte bir şekilde, yaşlıların dediği gibi "yuvarlanıp gidiyoruz"

temmuza dair baskın fikrim, içmeyi bir düzene oturtmam gerektiği ve bir oturuşta on bira içmek zorunda olmadığımı kendime kabul ettirmek oldu. on bira ne lan da manyak gibi daha ilk saatten yarısını alıp götürüyorsun! dua et çembere hala değebiliyorsun çocuk, yoksa görürdün gününü. kilonu doksana indir, iq'nu da doksana çıkar. hep saçma sapan işlerin boş odalarında elinde değnekle yürüyorsun, yaşının kaç olduğu hakkında bir fikrin yok. 28 diyelim geçelim, ne önemi varsa. bu yıllar, günler ve takvimler başkasının uydurması zaten; benim dikkate aldığım tek şey mevsimlerdir. yaz çok sıcak evet ama baharlarda güzeldir antalya, zirvede eriyen karlar kendini dereye verir. bir yudum su içmek için yaklaşırsın kaynağa, bir damacana içersin.

"2.36 orası, o zaman ben buraya 1.5 metrekare diyeyim"

odanın içinde dolaşan cümleler bunlar, sayılar ve çizgilerle iş yapıyoruz. günü kurtarmak için bunlar şart da, olmak için doğduğum insandan her geçen daha uzağa gidiyor olduğumu fark ediyorum. şimdi, ne için doğdun da uzağa gidiyorsun ikinci vahdettin diye sorsan, verecek bir cevabım yok. her konu hakkında biraz biliyorum, uzmanlaşmaktan söz edemem. aslında aklımı bir toplasam şahane paragraflar yazacağım da henüz ayılmış değilim. o kadar içkiden sonra dörde kadar oturunca; ayılmak günün ikinci yarısına kaldı. 

evdeki zevat yüzünden, ana karargaha da gidemiyorum. şehirde mahsur kaldım, belki de kardeşimi kışkırtıp kaş-kaputaş yapmak lazım. deniz gözlüğünün daha hakkını vermedim. o değil de canım karışık sandviç yemek istiyor, yanında da devasa bir ayran. ağzım yüzüm ketçap içinde kalsın, sağlıksızın keyfini çıkarayım. bugün de yemek yapmayayım, gerçi enfes barilla aldım. onu zeytinyağında çıldırttığım domates ve kekik ile yemek isterdim fakat fast food ihtiyacım var. gideyim, bir yerde oturayım ve yemek önüme gelsin. yorgun, uykusuz, mutlu, şaşkın ve plansızım. ha bir de açım ağbi.

temmuz nasıl geçmişti peki? içerek başladığımı hatırlıyorum, kabotaj bayramı mı ne vardı. doğum günü çerçevesinde ayın 15'i gecesi barlarda sürttüm. 16 temmuzu alabildiğine özel kılmaya çalıştığım şişeler el verdiğince. eve gittim, kuzenleri görünce eve gittiğime pişman oldum. enişte kavramının ne kadar tiksindirici olduğunu etrafıma yaydım, makalelerimde belirttim, raporlarımda kullandım. avrupa insan hakları mahkemesinden gelip "arkadaşım, azıcık insan ol" uyarısı almasam daha da sert ifadeler, yer yer nefret söylemine gören açıklamalar yapacaktım ama gözümü korkuttular. 

haa, bir de lens aldım. biraz uğraştım ama buna değdi. genel olarak memnunum da fotoğraf çekecek zamanım yok. çayım soğumadan içeyim, cumartesi çalışmasını sikeyim.


Hiç yorum yok: