22 Temmuz 2011 Cuma

child in time

çocukların en büyüğü 96'lı, en küçüğü ise 05'liydi. ah egemen, insan değil nissan micra'sın sanki 2005 de ne? 1'e geçmiş egemen. genelde 1'den başlanırdı, 1'e geçilmezdi ama egemen geçtim diyorsa geçmişti. pixar animasyonlarından fırlamış gibi çok sevimli bir çocuk, gözleri fıldır fıldır. boyu bir metre belki var, belki yok. ya futbolcu ya da basketbolcu olacakmış. işte bu kadar güzeldir çocuk olmanın belirsiz geleceği. ben de ya futbolcu ya da basketbolcu olacaktım. mimar olmak 18 yaşında bile aklımda değildi, mimarlar iş bulamıyordu o dönemde. resmen hayatım boyunca yapacağım işi iş bulmak-bulmamak tedirginliğine sıkıştırmışlardı. sınıflar arttıkça sorunlar büyümüş, sınıflar bittikten sonra da kronikleşmişti. kronik sorunlarım var evet, hareketsizlik temelli kronik problemlere pupa yelken gidiyorum. hayatta kalmak için akşam üstleri ya basket oynuyor ya da bira içiyorum.

bugün basketi tercih ettim, temmuz epey yoğun geçti içmek açısından. biraz ara vermek iyi olacak. hala çocuk olsaydım bira içmez her akşam üstü top oynamaya giderdim, göbeğim olmaz ve boynum ağrımazdı. tellerin dibinde egemen'le oturup maçın bitmesini bekledik. kimse yorulmak bilmiyordu, bırak göbeği kimsede zerre yağ yoktu. bir zamanlar onlar gibiydim, rakibimi çalımdan deli dumrula çevirir ve sol ayağımın içiyle köşeye topu yuvarlardım. 8'de devre 15'te biterlik maç, uzatmalara gitti 18-16 bitti. 2.5 litre sensun gazozuna oynamışlar. 10 kişi bir saattir gazozuna oynuyormuş. 2.5 litre sensun sanırım 2 lira falan. 50'lik bira ise 3 lira. 2.5 litre sensun plastik bardaklara koyduğun vakit on kişiye yetiyor, ben ise bira içeyim dediğim zaman 5 taneden az ile eve girmiyorum. bazen, zamanın ağırlığı tüm kuvvetiyle eklemlerime yüklenince gidip biraz daha alıyorum. yaşım 29, yaşıtlarım nerede bilmiyorum, onları göremiyorum. parklarda çocuklar, işlerde büyükler. hepsi mi içiyor acaba bir kuytuda, lanetli bir nesil miyiz karanlıklara çekilen?

basket topunu birkaç kez sektirdim, daha yeniydi. bacaklarımın arasında geçirdim. beşiktaş'tan epey zaman önce aldığım gümüş renkli nike'larım ayağımda, nike beyoğlu'ndan büyük bir mutlulukla kaptığım air jordan forması ise üzerimdeydi. birden çembere hareketlendim; birinci adım, ikinci adım ve işte kısa süreli süzülme. topu havada dizlerime çekip potanın altından geçtim ve parmaklarımın ucuyla topu panyaya doğru ittirdim. daha önce binlerce kez yaptığım bir hareketti, egemen hareketi çok sevdi. o kadar cılızdı ki yumurcak, son gücüyle ittirse bile topu ancak çember seviyesine çıkarabiliyordu. sonra birkaç çocuk daha katıldı, güliver cüceler ülkesinde gibi çocukları incitmeden elimden geldiğince ter atmaya çalıştım. turnikeye ancak, önüme birisinin çıkmayacağına emin olunca girdim. maçı bir farkla aldık, maçı da bir sayı ve on asist on rebound ile tamamladım. yaşıtlarım ortalıkta yoktu ve zamanda kaybolmuş dev bir çocuk gibi oradan oraya koşturuyordum.

eve geldim, evden çıkmadan önce istiflediğim suyu dolaptan çıkartıp terli terli su içmenin özlediğim günahına kavuştum. bana problem yaratacak  bademciklerim yoktu. duşa girerken child in time'ı ayarladım. ben oydum.





Hiç yorum yok: