23 Temmuz 2011 Cumartesi

missin' liverpool

temmuz'un doğum günümden sonraki kısmının son on yılında hep liverpool'u özlüyorum. kırmızı formalarla anfield road'a çıkarlarken orada olmuş değilim fakat, bir televizyon karşısında yanımda bir birayla bile kendimi unutacak kadar neşelenirim. kendimi yeniden hatırlamak biraz zamanımı alır. hele gerrard gol atmış ve modern zaman kahramanı gibi zarif bir reverans ile halkını selamlamışsa işlerim tıkırında gider; altın dişlerim liverpool'un nazlı güneşinde parlar.

bugün işe geldiğim kaçıncı cumartesi olduğunu bilmiyor, bunun üzerine de pek düşünmüyorum. sabah nefret ederek uyanmadım, çok uzun bir uykudan (film izlerken uyuyakalmışım) dinç kalktım. sağ bileğimde bir sızı vardı. ısınmadan girdiğim ters turnikenin küçük bir hediyesi olabilirdi, umursamadım. her sabah yaptığım gibi, yatağımdan kalkıp televizyonun karşısındaki koltuğa yığıldım. kanallar arasında şuursuzca gezinmediğim vakit kendimi güne başlamış hissetmiyordum. klipler, maç özetleri ve demeçler. yolunda giden bir dünya daha. kahvaltı etmek ile etmemek arasında kaldım, kararsızlık benim karakterimdi ve dün, benim takımımdan olan 10 yaşındaki bir çocuğa elimde basket topu varken dediğim tek şey ise:

"karar vermek en önemli şeydir, şuta mı kalkacaksın yoksa turnikeye mi gireceksin, bunu herkesten önce senin bilmen lazım" dı. kahvehane köşesi nutukçularındandım fakat basketbol oynarken biraz değişiyordum. hırslanıyor, kazanmak istiyor ve zıplıyordum.

kardeşimin dün attığı ve kanımı donduran mesaj nedeniyle, bu öğleden sonra ana karargaha gitmek yerine biraz oyalanmalı ve en kötü ihtimalle gece gitmeliyim. enişteler sevimsizliğin son sınırında; bunların çocukları ise bilgisayar başındaymış. annem ve babam, rakip takımın taraftarı gibi davranıyormuş ayıp olmasın gelenlere diye. yatak odasında biri emziriyor, diğeri salonda telefonla konuşuyormuş. bazen gideyim diyorum başka bir ülkeye, standart bir işim hafta sonu kombinem olsun. iş çıkışı publara ineyim, pub çıkışı evimde sızayım. sol omzumda efsanevi liverbird, evimin duvarında da liverpool fc olsun. you'll never walk alone söylerken elimde atkıyla, bir kez daha gözlerim dolsun.


2 yorum:

4numara dedi ki...

akraba değil de "akbaba" diyoruz biz onlara...vedat okyar evine almazmış akrabaları...benim seçmediğim bir insanın benim hayatımda ne işi var dermiş...

mies dedi ki...

ben de vedat baba'yı dün saygıyla andım, limon almaya gidiyorum deyip kızılcahamam'a iki haftalığına gittiğini falan. ev, tımarhane gibiydi. ve tam öngördüğüm gibi üçkuruşun hesabını yapan kolsuz penyeli enişteler vardı. evlilik olayını direk on sene erteledim. çocuk ağlamasıyla yattım, çocuk ağlamasıyla kalktım.