21 Temmuz 2011 Perşembe

drink yourself to death

leaving las vegas'ı ne zaman izlesem, bir şişe suyu bile kafaya dikemiyorum. boğazımı yakacağını düşünüyorum ilk yudumun, gözlerimin arkasında şimşekler çaktıracağını, ciğerlerimin ağzımdan çıkacağını. bazı filmler oluyor ki film icabı deyip geçemiyorsun. seni mıhlıyor, "içme artık şunu be adam, yarına kalsın" diye anlamsız isteklerle, tedirginlikle izliyorsun her kareyi. kaçıncı kere izledim bilmiyorum fakat ben, her zaman şişeyi sonuna kadar kafaya dikti. sera'ya o odaya girmemesini söylediğim halde, hep girdi. ağzı burnu bir kez daha dağıldı. yeni bir başlangıç yaparlar diye bir kez daha başlattığımda, ben şişenin dibinde kalanları bir bardağa boşalttı. rengi gitti içmekten, dudakları kurudu, vücudunda su kalmadı ama başucunda hep bir içki şişesiyle sızdı. içip izlemek midir doğru yöntemi bunun bilmiyorum ama varılan noktanın, içe içe ölecek kadar her şeyden vazgeçilmiş olması beni her seferinde susturuyor.

bugün bir ayrıntı ya da paralellik keşfettim; ben, sera'ya akşam yemeğine çıkma teklifi ettikten sonra bir restorana gidiyorlar. domates soslu makarnayı çatalına doladıktan sonra ağzına götürüyor. bunun nesi ayrıntı dersen de, bir önceki yazımı alttan buyur yak derim. domates soslu makarna yapmak ve için güzel bir gün, yaklaşık 18 saattir içmiyorum.


                             


Hiç yorum yok: